Uzun kış gecelerinde akraba ziyaretlerindeki uzun muhabbetleri hatırlatan kış,

Misafirliklerdeki uyuya kalmaların eve dönüş yolunda ağlama çilesine dönüşü,

Kar yağdığında aklına yalnızca oyun gelen, küçüklüğümün ısınmayan yaramazlıkları,

Donmuş el ve ayakların, tandırda yanan çorap kokusuyla ısındığı günler,

Güğümün kaynadığı, elbiselerin kurutulduğu, yemeğin ısıtıldığı soba mucizesi,

Akşamları serilen döşek ve yorganların ısıtılmaya bırakıldığı oyun parkı zamanı,

Zifiri karanlıkta acil çıkışı gösteren sobanın alev ışığının aynı anda tavana şavkı,

Kavurgacının geceyi yırtan sesine gelen mahallenin bir çuval mısırı bardakla tüketişi,

Yada elektriksiz gecelerinde “kolcu-kaçakçı” oyunlarına ev sahipliği yapan köyüm,

Halay ateşinin, kar üstünde dönen neşe halkasını eşit ısıtan misafirperverliği,

Bir çırayı nakış işçiliğinin velinimeti bilip etrafına çömelen halalarımın cefakar dünü,

Bir kış ki anlata anlata bitiremediğim, doyamadığım; mutluluğum, huzurum.

Dilini öğrenmeye çalıştığım yurdum insanının ağırlıklı okul yılları ve çile tohumları,

Kışı ilk kez kendimle üşüttüğüm, kışdan daha soğuk olduğum günler hatta yıllar,

Düşünmeye başladığım ve düşüncesizce her güzele aşık olduğum platonik dönem,

Gömleğin üzerine kazak, okul ceketinin üzerine palto giyildiğini bilmediğim günler,

Sobanın, odun-kömürle değil parayla ve mutasarruf bir anayla ısıtıldığı zamanlar,

Üşümenin fıtrat, ısınmanın ise zenginlik olduğunu öğrenmeye başladığım günler,

Bir otobüs bileti ile iki dal sigara arasında tercih yaparken hep aç kaldığım günler,

Ölümü hiç hatırlamadığım halde yaşadığımın da farkına varmadığım beyhude günler,

Hiç bir soruyu test etmeden girdiğim sınavdan sınır dışı edildiğim öğrenciliğim,

Hiç bir şeye teşebbüs etmeden kendini müflis sanan ergenliğimin son demleri,

Senden birşey olmaz diyenlerle çok efendi çocuk diyenlerin sosyolojik vakası, 

Noel babadan oldukça uzak her yeni yıla Müslüm Baba’yla girdiğim efkarlı yıllarım,

Bir otobüsle bir ülkede gidilebilecek en uzak iki nokta arasında gidip geldiğim yıllar,

Kaçak elektrikle ısıtıp, cehennemde donmaya razı eden yoksulluğumun çaresizliği,

Hastalık, fakirlik, ayrımcılık, gurbet ve Balkanlar’dan gelen soğuk hava kütlesi,

Kendi vatanında yurtsuz, kendi devletinde kimliksiz, kendi âleminde yabancı,

Öğrenci evlerinin sabahçı sohbetlerinde fonda Ahmet Kaya, zeminde kaçak çay,

Edirne’nin yollarını kapatıp Harem’den Ümraniye’ye bir evlilik güzergahı çizen kar,

Sevmenin bedelini gerçek anlamıyla düşündüren sevgiye bile işsiz olduğum yıllar,

Onbeş tatillerde kredi yurtlarda, kardan değil yokluktan mahsur kaldığım yıllar,

Sağlam bir ayakkabı, sağlam bir parka, cepte belediye otobüs bileti ile kışa hazırlık.

Bir şehrin bütün imkanlarıyla kışa hazırlanışından daha kutsal, daha zordu kim bilir,

Hâla kış bir mevsimden ibaretti ve kar kartopunu ve kardan adamı hatırlatıyordu,

Ancak, mevsim normallerindeki hava, ruhumu üşütmeye başlatmıştı inceden inceye,

Kışı kışlada kışladığım Mamak; bir tek şiirlerde değil gerçekten zor ve soğukmuşsun,

Patrona işçi olabilme ihtimaliyle koşar adımla kapısına dayandığım hâki bitki örtüsü,

Devlete memur olmayı Allah’a kul olmaya tercih ettiren istihdamı bozuk düzen,

Donmuş gecelerin kış talimgahında beynimi nadasa bıraktığım vatani görev yerim.

Zaman içerisinde rahmet de olursun, rahmet de okutursun, bir hırka; bir kürk olursun,

Ama hep çam ağaçlarına, damların çatısına, dağların eteğine süs olmazsın bilirim kar,

Kimi zaman çığ, kapalı bir köy yolu, yoldan çıkan bir araç, yani ölüm de olursun kar,

Kimi zaman da Uludağ’ın, Erciyes’in velinimeti, zenginin eğlencesi olursun kâr ile kar.

Kış manzaralarının en güzeli; yer damının çatısında tüten baca dumanıyla uğurlanan,

Fırından aldığı akşam ekmeğinin sıcaklığının dumanıyla ağırlanan bir babanın huzuru.

Lakin memlekette huzuru aramak baharı beklemekten daha uzun oldu son bir kaç kış,

Havada garip bir sağanak var, pusu, ihanet, ölüm şeklinde yağar yağar bitmez kış.

Mehmet Karasakal